Gün geçmiyor ki yakın çevremizde, ailemizde ya da kendimizde bir otoimmün hastalık hikayesi duymayalım. Son yıllarda bu hastalıkların hızla artış göstermesi hepimizi endişeye sevk ediyor. Peki ne oldu da bağışıklık sistemimiz bizi korumak yerine, bize saldırmaya başladı?
Bu sorunun yanıtı, bütüncül tıbın en temel bakış açısında yatıyor: Vücudumuz bir bütün ve her sistem birbirini etkiler.
Genetik yatkınlıklar otoimmün hastalıkların ortaya çıkmasında rol oynar; ancak son 20 yıldaki artışı sadece genetikle açıklamak mümkün değildir. Çevresel faktörler, yaşam tarzı, beslenme, toksin maruziyeti gibi epigenetik etkiler bu hastalıkların önünü açar.
Konvansiyonel tıp bu hastalıkları genellikle "tedavisi olmayan, sadece kontrol altına alınabilecek" hastalıklar olarak görür. Tedavi ise bağışıklık sistemini baskılayan İmmünsupresif veya antiinflamatuvar ilaçlarla yapılır. Bu yöntem semptomları bastırsa da, hastalığın kök nedenini ortadan kaldırmaz.
Otoimmün hastalıklar, bağışıklık sisteminin kendi dokularını "yabancı" gibi tanıması ve onlara sübjektif bir savaş başlatmasıdır. Bu savaşın hedefinde deri (sedef, vitiligo), bağırsak (Crohn, Ülseratif kolit), tiroit (Hashimoto), eklemler (romatoid artrit) gibi pek çok doku olabilir.
Ama önemli olan hastalığın hangi organda olduğu değil, neden bağışıklık sisteminin bu hatayı yaptığıdır.
Fonksiyonel ve bütüncül tıp yaklaşımında hastalığın isminden çok, hastalığın nedenleri önemlidir.
Otoimmün hastalıkların arkasında sıklıkla şu kök nedenler vardır:
Geçirgen bağırsak (leaky gut)
Gıda intoleransları (gluten, süt vs.)
Disbiyozis, SIBO (ince bağırsakta bakteri artışı)
Ağır metal ve kimyasal toksin birikimi
Kronik enfeksiyonlar (EBV, kandida vb.)
Kronik stres ve uyku bozuklukları
D vitamini eksikliği
Bağırsak duvarımız vücudumuzu koruyan bir bariyerdir. Bu duvar bozulduğunda, sindirilmemiş gıdalar, toksinler ve mikroplar kana karışır. Bağışıklık sistemi bu yabancılarla sıkça karşılaştığında "panik" yapar ve sonunda kendi dokularına da sıçrar.
Gluten hem bağırsak bariyerini zedeler, hem de kronik inflamasyonu tetikler. Çoğu otoimmün hastada gluten hassasiyeti varken, fark edilmez ve beslenmeden çıkarılmaz.
Ağır metaller (cıva, kurşun), pestisitler ve mikotoksinler bağışıklığı şaşırtan en önemli faktörlerdendir.
Epstein Barr virüsü, kandida gibi mikroorganizmalar bazen sessiz kalır, ama bağışıklık sistemi onlara karşı sürekli uyarılı durumda kalır. Bu da zamanla otoimmüniteyi tetikler.
Sürekli stres, kortizol seviyelerini bozar ve inflamasyonu arttırarak otoimmün hastalığın kronik hale gelmesine neden olur.
Otoimmün hastalığı olan bir hastanın tedavisine başlarken ilk adım: vücudu tahrip eden etkenleri durdurmaktır.
Gluten, süt ürünleri, şeker ve işlenmiş gıdalar diyetten çıkarılmalı
Bağırsak florası onarılmalı, probiyotik ve prebiyotik destekler verilmelidir
D vitamini, B12, magnezyum, omega-3 gibi takviyeler eksiklik durumunda desteklenmelidir
Toksin atılımı için kişniş, chlorella, spirulina gibi doğal şelasyon ajanları kullanılabilir
Fitoterapi ile enflamasyon azaltılabilir (zerdaçal, meyan kökü, rezene vb.)
Bağırsak onarıcısı olarak glutamin, hatmi kökü, aloe vera tercih edilebilir
Yaşam tarzını desteklemek adına meditasyon, yoga, nefes terapisi, doğada zaman geçirme gibi uygulamalar rutine alınmalıdır
Ozon Tedavisi: Enflamasyonu azaltır, oksijenasyonu arttırır
Nöral Terapi: Bozucu alanları çözer, sinir sistemini dengeler
Hacamat: Toksinlerin atılımına yardımcı olur
Fitoterapi: Bağışıklığı modüle eden bitkisel destekler kullanılır
Her hastalık aynı gibi görünse de her bireyin yaşama, beslenmeye, toksinlere verdiği yanıt farklıdır. Bu nedenle otoimmün hastalıklarda tek tip protokol değil, kişiye özel, detaylı, sabırlı bir yol izlenmelidir.
Şu soruyu kendinize sorun: Bağışıklık sistemim neden bu kadar hassaslaştı? Bu sorunun yanıtı sizi şifaya yaklaştırır.
Hastalıkların ötesinde, iyileşme potansiyelinizin farkına varmanızı istiyorum. Ve inanın, doğru bilgilerle, doğru yaklaşımla bu mümkün.
Not: Bu yazı bilgilendirme amacı taşır. Tanı ve tedavi için uzman hekiminize başvurunuz.