BÜTÜNCÜL VE FONKSİYONEL TIPLA DERİN BİR BAKIŞ
Bu yazımızda dünyada her geçen gün artan ama çoğu zaman yanlış anlaşılan bir konuyu derinlemesine ele alacağız: Otoimmün hastalıklar.
Bu yazıda size tıbbın geleceğini, yani fonksiyonel tıbbın otoimmün hastalıklardaki önemini anlaşılır bir dille anlatacağım.
Eğer Hashimoto, lupus, romatoid artrit, sedef hastalığı, ülseratif kolit, Crohn ya da multipl skleroz gibi bir tanı aldıysanız ve sadece kortizon ya da immün süpresan ilaçlarla idare ediliyorsanız... Bu yazı tam size göre.
Çünkü biz bu süreci sadece adlarla ya da semptomlarla değil, nedenleriyle konuşacağız.
Peki başlayalım: İlk sorumuz şu olsun. Otoimmün hastalık ne demek?
Neden vücudumuz kendi kendine saldırır?
Otoimmün hastalık, bağışıklık sistemimizin şaşırması sonucu kendi dokularını düşman sanmasıdır.
Sanki bir ordu düşmanı değil, kendi askerini vuruyor.
Bu bozukluğun temelinde genetik yatkınlık, çevresel faktörler ve bağırsak sağlığı var. Ama şunu unutmayalım: Genetik bir kader değil.
Epigenetik dediğimiz alan bize gösteriyor ki, genlerimizın nasıl çalışacağını çevresel faktörler belirliyor.
Yani nasıl yaşadığınız, ne yediğiniz, ne düşünüdüğünüz, ne soluduğunuz... Hepsi çok önemli...
Otoimmün hastalıklar genellikle farklı uzmanlık alanlarına ait hastalıklar gibi değerlendirilir. Vücutta hangi organ etkilenmişse, o sistemin uzmanına yönlendirilir kişi.
Tiroid bezi tutulmuşsa endokrinolojiye, bağırsaklar etkilenmişse gastroenterolojiye, eklemler ağrıyorsa romatolojiye… Deride belirtiler varsa dermatolojiye, sinir sisteminde problem varsa nörolojiye.
Oysa gözden kaçan çok temel bir gerçek var:
Bu hastalıkların oluşma şekli aynıdır.
Hepsinin temelinde bağışıklık sisteminin kontrolsüz bir şekilde kendi dokularına yönelmesi yatar. Yani sorun organlarda değil, sistemin bütününde başlar.
Farklı adlarla anılmaları, onları farklı hastalıklar yapmaz. Sadece bağışıklık sisteminin saldırdığı hedef değişmiştir: tiroid, eklem, bağırsak ya da sinir hücresi… Ama mekanizma aynıdır, zemin aynıdır, hikâye aynıdır.
Modern tıp sistemi, hastalıkları organlara göre sınıflandırır.
Bu yaklaşım sayesinde her alanın çok derin uzmanlıkları gelişmiştir, evet. Ancak bu uzmanlaşma, bazen bütünü görmeyi zorlaştırır.
Bir kişide hem Haşimato tiroiditi, hem çölyak, hem romatoid artrit olabilir. Ama bu kişi farklı farklı branşlara gidip, her bir hastalığı ile ilgili ayrı ayrı tedaviler almak zorunda kalır.
Hiçbir hekim tüm tabloyu birlikte ele almaz. Herkez kendi uzmanlığı açısından hastasını takip eder. Oysa tüm bu hastalıklar hepsi aynı kökten besleniyor olabilir:
Günümüzde otoimmün hastalıkların tedavisinde en sık başvurulan yöntem, bağışıklık sistemini baskılayan ilaçlardır. Yani vücudun verdiği tepki susturulmaya çalışılır. Ancak bu yaklaşım, tepkinin neden verildiğini sorgulamaz.
Bağışıklık neden bu kadar aktif?
Ne onu bu hale getirdi?
Hangi çevresel ya da içsel etkenler sistemi bu kadar savunmaya itti?
Bu sorular çoğu zaman cevapsız kalır. Çünkü güncel yaklaşımda amaç, semptomları bastırmak; kök nedenleri ortaya çıkarmak değil.
Otoimmün hastalıklar neden artıyor biliyor musunuz?
Çünkü yaşadığımız çevre artık bedenimizin tanımadığı bir dünya haline geldi. Doğal olmayan gıdalar, tarım ilaçları, hava kirliliği, kronik stres ve yetersiz uyku... Hepsi vücudumuzu adeta şokta yaşatıyor. Ve bağışıklık sistemi bir yerde kontrolden çıkıyor.
Peki biz bu süreçte ne yapabiliriz? İşte fonksiyonel tıp burada devreye giriyor.
Fonksiyonel tıp, semptomları bastırmaz. Hastalığın nedenine iner. "Hashimoto'ya hangi ilaç iyi gelir?" diye sormaz.
"Hashimoto neden ortaya çıktı?" diye sorar. Ve bu soru, iyileşmenin ilk anahtarıdır.
Otoimmün Hastalıkların Derin Kökleri:
Bağışıklık Sistemimizi Hangi Tetikleyiciler Şaşırtıyor?
1. Toksik Yük: Vücudun Sessiz Düşmanı
Modern yaşam, bedenimizi her gün yüzlerce farklı toksinle karşı karşıya bırakıyor. Ev temizliği için kullandığımız kimyasallar, plastik şişelerdeki BPA ve ftalatlar, günlük olarak sürdüğümüz kozmetik ürünlerdeki parabenler, ağır metaller… Hepsi vücudumuza sinsice giriyor.
Karaciğerimiz bu yükle baş etmeye çalışsa da, sürekli maruziyet durumunda bu toksinler hücre içi dengeyi bozuyor, mitokondri fonksiyonlarını zayıflatıyor ve bağışıklık sistemini “yanlış hedeflere” yönlendirmeye başlıyor.
Çevresel toksinlerle ilişkilendirilen bilimsel çalışmalar, özellikle otoimmün tiroid hastalıklarında (Hashimoto) ve sistemik lupus gibi hastalıklarda toksik metal yükünün rolünü açıkça ortaya koyuyor. Özellikle cıva, arsenik ve kurşun gibi ağır metaller, bağışıklık sisteminde anormal yanıtları tetikleyebiliyor.
2. Enfeksiyonlar: Gizli Ateşleyiciler
Bazı virüs ve bakteriler bağışıklık sistemimizi doğrudan yanıltabilir. Özellikle Epstein-Barr virüsü (EBV), Herpes Simplex, Borrelia (Lyme hastalığı) ve Coxsackie virüsü gibi ajanlar, otoimmün süreçlerin başlamasında suçlu olarak gösteriliyor.
EBV örneğin, hücre içine yerleşip yıllarca sessiz kalabiliyor. Ama bağışıklık zayıfladığında tekrar aktif hale gelip, T hücrelerini yanlış hedeflere yönlendirerek kendi dokularımıza saldırmasına neden olabiliyor. Tıpkı sahte bir alarm gibi... Bunun sonucunda bir anda tiroid bezine, eklemlere ya da sinir sistemine yönelik saldırılar başlayabiliyor.
3. Bağırsak Florasının Bozulması ve “Leaky Gut”
Bağırsaklarımız sadece sindirim değil, bağışıklık sistemimizin de merkezidir. Yaklaşık %70’lik bir kısmı burada yer alır. Sağlıklı bir bağırsak florası, dışarıdan gelen zararlı maddelere karşı bir bariyer görevi görür. Ancak yanlış beslenme, antibiyotikler, toksinler ve stres bu florayı bozduğunda, bağırsak hücreleri arasındaki sıkı bağlantılar gevşemeye başlar. Bu duruma “leaky gut” yani geçirgen bağırsak denir.
Geçirgenlik arttığında, sindirilmemiş gıda parçacıkları, toksinler ve patojenler kana karışır. Bağışıklık sistemi bu yabancı yapılarla karşılaştığında tepki verir. Bu da otoimmün yanıtların temelini oluşturur. Özellikle glutene karşı duyarlılığı olan bireylerde, bu mekanizma Çölyak gibi hastalıkları tetikleyebilir.
4. Modern Beslenme Biçimi: Vücudun Düşmanı Olabilir mi?
Modern diyetin içinde neler var? Rafine şeker, gluten, trans yağlar, koruyucular, katkı maddeleri… Ve eksik olanlar: lif, antioksidanlar, omega-3, gerçek vitaminler.
Gluten, bağırsak duvarında zonulin denen bir proteini artırarak geçirgenliğe neden olabiliyor. Trans yağlar inflamasyonu körüklüyor. Şeker, hem bağışıklığı baskılıyor hem de zararlı bakterilerin çoğalmasını teşvik ediyor. Bu dengesizlik bağırsak florasını bozarak domino etkisiyle otoimmün süreçleri başlatabiliyor.
Öte yandan yetersiz omega-3 alımı, A ve D vitamini eksiklikleri de bağışıklık sistemini düzenleyici rolünden uzaklaştırıyor.
5. Kronik Stres: Gözle Görünmeyen En Büyük Tetikleyici
Stresin sadece ruhsal bir sorun olduğunu düşünüyorsanız, tekrar düşünün. Çünkü kronik stres, fizyolojik düzeyde ciddi etkiler yaratıyor. Sürekli stres altındaki vücut, yüksek düzeyde kortizol salgılar. Bu hormon bağışıklığı baskılar, inflamasyonu artırır ve bağırsak bariyerini zayıflatır.
Ayrıca stres, sinir sistemi ile bağışıklık sistemi arasındaki dengeyi bozar. Vagus sinirinin fonksiyonu azalır, sempatik sistem sürekli aktif kalır. Bu da vücutta sürekli bir "savaş ya da kaç" hali yaratır. Uzun vadede bu durum, otoimmün hastalıklar için ideal bir zemin hazırlar.
Şimdi gelelim iyileşme planımıza.
Otoimmün Hastalıklara Bütüncül Yaklaşım:
Sadece Semptomları Değil, Kök Nedenleri de Ele Almak
Çoğu zaman klasik tıpta bu hastalıklar için “ömür boyu ilaç kullanılması gereken durumlar” olarak görülür.
Ama bizler, bütüncül ve fonksiyonel tıp yaklaşımıyla bu tabloya çok daha derin, çok daha umutlu ve şefkatli bir pencereden bakıyoruz.
Sadece Hastalığa Değil, Kişiye Bakarız
Bütüncül tıp şunu söyler: “Bir hastalık yoktur, hasta insan vardır.”
Yani bir otoimmün hastalık herkeste aynı nedenden ötürü ortaya çıkmaz. Kimi kişide bağırsağındaki geçirgenlik bir tetikleyicidir, kiminde stresin bedende yarattığı tahribat, kiminde yıllardır birikmiş toksik yük... Herkesin hikâyesi özeldir. İşte bizim kliniğimizde tam da bu hikâyeyi anlamakla başlar süreç.
Kök Nedenleri Ortaya Çıkarmadan Kalıcı İyileşme Olmaz
Fonksiyonel tıp yaklaşımıyla otoimmün hastalıklarda temel hedefimiz, semptomları baskılamak değil, hastalığın oluşmasına zemin hazırlayan asıl nedenleri tespit etmek ve ortadan kaldırmaktır. Bunlar arasında:
-
Bağırsak geçirgenliği (leaky gut)
-
Kronik enfeksiyonlar (Epstein-Barr, kandida vb.)
-
Toksik yük (ağır metaller, çevresel toksinler)
-
Hormonal dengesizlikler
-
Mikrobiyota bozuklukları
-
Beslenme intoleransları
-
Kronik stres ve uyku problemleri yer alır.
İşte bu nedenleri tespit ettikten sonra devreye kişiye özel tedavi planımız girer.
Kliniğimizde Uyguladığımız Bütüncül Tedavi Yaklaşımları
Otoimmün hastalıklar kronik, karmaşık ve zaman zaman can sıkıcı olabilir. Ama içten içe hepimizin bildiği bir şey var:
Vücudumuz, uygun şartlar oluştuğunda kendini iyileştirebilir. Bu iyileşme sürecinin belki de en önemli kapısı bağırsaklardan geçiyor.
Bağışıklık sisteminin yaklaşık %70’i bağırsaklarımızda yer alıyor.
Bu nedenle otoimmün hastalıkların tedavisinde bağırsak sağlığını onarmadan, beslenmeyi düzenlemeden ilerlemek çoğu zaman mümkün olmuyor.
Bağırsaklar Sadece Sindirim Organı Değildir
Bağırsaklar; sindirimin yapıldığı, vitaminlerin emildiği bir organ olmanın ötesinde, bağışıklık sistemimizin karar mekanizmasının da bulunduğu bir yer. Sağlıklı bir bağırsak, dış dünyadan gelen zararlılarla dost olanları ayırt edebilecek kadar zekidir.
Ama modern yaşam tarzı, stres, toksinler, yanlış beslenme ve antibiyotikler yüzünden bağırsak florası bozuluyor ve bu hassas denge kayboluyor. Bu durumda, bağırsak duvarındaki hücreler arasındaki sıkı bağlantılar gevşiyor. Bu duruma biz "leaky gut" yani geçirgen bağırsak diyoruz.
Ve işte sorunlar tam da burada başlıyor...
Yabancı proteinler, toksinler, sindirilmemiş gıda parçacıkları bağırsak duvarından sızıp kana karıştığında, bağışıklık sistemi alarma geçiyor. Bu yapıları bir tehdit gibi algılayıp onlara saldırıyor. Ancak bu saldırganlık zamanla kontrolden çıkıyor ve vücut kendi hücrelerini de tehdit olarak görmeye başlıyor.
Yani otoimmün hastalıklarda bağırsak geçirgenliği en yaygın kök nedenlerden biri.
İyileşme Nereden Başlar?
İlk adım: Bağırsak duvarını onarmak.
İkinci adım: Enflamasyonu azaltan, bağışıklık sistemini dengeleyen, hücrelere nefes aldıran bir beslenme tarzı oluşturmak.
Bunun için biz klinik yaklaşımımızda anti-inflamatuar beslenme prensiplerini benimsiyoruz. Kısıtlayıcı değil, şifalandırıcı bir mutfak anlayışı bu.
Anti-inflamatuar Beslenme Nedir?
Anti-inflamatuar beslenme, vücutta yangı oluşturan (inflamasyon) gıdalardan uzak durmayı ve hücre düzeyinde iyileştirici etkisi olan, doğal, besleyici gıdalarla beslenmeyi temel alır.
Bu beslenme, hem bağırsak florasını dengeler hem de bağışıklık sisteminin aşırı aktifliğini yumuşatarak onu yeniden dengeye getirir.
Peki bu beslenmede nelere yer veriyoruz?
-
Sebzeler, özellikle yeşil yapraklı olanlar: Lif ve fitokimyasallar açısından zengin, bağırsak dostu.
-
Renkli meyveler: Antosiyanin ve polifenol açısından zengin, hücreleri oksidatif stresten korur.
-
Sağlıklı yağlar: Zeytinyağı, avokado, hindistan cevizi yağı, omega-3 içeren balıklar (somon gibi).
-
Probiyotik kaynakları: Ev yapımı yoğurt, kefir, fermente lahana (sauerkraut), kombucha – bağırsak florası için destekleyici.
-
Glütensiz tam tahıllar: Karabuğday, kinoa, amarant gibi düşük glisemik, alerjen olmayan tahıllar.
-
İyileştirici baharatlar: Zerdeçal, zencefil, rezene, kimyon gibi anti-inflamatuar etkili baharatlar.
Kaçınılması Gerekenler
Otoimmün hastalıklarda kaçınılması gereken bazı gıdalar var ki, bu noktada kişisel duyarlılık çok önemli. Ancak genel olarak:
-
Gluten: En sık geçirgen bağırsak ve otoimmün mekanizmaları tetikleyen protein.
-
Süt ürünleri (özellikle inek sütü): Laktoz ya da kazein hassasiyeti olanlarda bağırsak duvarına zarar verebilir.
-
Rafine şeker: Enflamasyonu körükler, kandida gibi zararlı mikroorganizmaları besler.
-
Trans yağlar, margarin ve işlenmiş yağlar: Hücre zarını bozar, bağışıklık tepkilerini artırır.
-
Hazır paketli gıdalar: Koruyucular, emülgatörler ve katkı maddeleri bağırsak bariyerini zayıflatabilir.
Tedavi Sürecinde Neler Yapıyoruz?
Klinik yaklaşımımızda, otoimmün hastalık tanısı almış bir hastamızda ilk odaklandığımız yer bağırsak sağlığı oluyor.
✔ Öncelikle bağırsak florasını analiz ediyoruz. Gerekirse dışkı testiyle disbiyozis olup olmadığını inceliyoruz.
✔ Kişiye özel olarak eliminasyon diyeti ile inflamasyon tetikleyicilerini tespit ediyoruz.
✔ İyileştirici beslenme planı oluşturuyoruz.
✔ Gerekirse bağırsak geçirgenliğini onarmaya yönelik fitoterapötik destekler veriyoruz:
-
L-glutamin, çinko karnozin, quercetin, aloe vera gibi doğal destekler
✔ Bağırsak florasını yeniden yapılandırmak için prebiyotik ve probiyotik takviyeler kullanıyoruz.
✔ Beslenme planını yaşam tarzı desteğiyle birleştiriyoruz: yeterli uyku, stres yönetimi, nefes egzersizleri…
Fitoterapi (Bitkilerle Tedavi)
Fitoterapi, binlerce yıldır kullanılan şifalı bitkilerin bilimsel veriler ışığında, modern hastalıkları iyileştirmek için kullanılmasıdır. Otoimmün hastalıklarda fitoterapi bize şu alanlarda destek olur:
-
Bağışıklık sistemini modüle eder (düzenler, bastırmaz).
-
Enflamasyonu doğal yollarla azaltır.
-
Bağırsak geçirgenliğini onarır.
-
Antioksidan koruma sağlar.
-
Kronik enfeksiyonlara karşı savaşır.
-
Karaciğeri ve detoks sistemini destekler.
Ama en önemlisi: Kişiye özel çalışır. Herkese aynı bitki değil, kişinin ihtiyacına göre özel bir protokol uygulanmalıdır.
Otoimmün Hastalıklarda Sık Kullandığımız Şifalı Bitkiler
Zerdeçal (Curcuma longa)
Otoimmün hastalıkların “yangısını” söndürmek isteyenler için adeta altın değerindedir. İçerdiği kurkumin, inflamasyonu azaltır, hücre hasarını önler ve bağışıklığı dengeler. Romatoid artrit, haşimato tiroiditi, lupus gibi birçok tabloda destekleyicidir. Ancak biyoaktif hale getirmek için karabiber (piperin) ile birlikte alınmalıdır.
Ashwagandha (Withania somnifera)
Adaptogen bir bitkidir, yani vücudu strese karşı dengeler. Aynı zamanda bağışıklık sistemi üzerinde modülatör etkisi vardır. Tiroid fonksiyonlarını desteklediği için haşimato tiroiditi gibi hastalıklarda dikkatle, kişiye özel dozlarla kullanılır.
Reishi Mantarı (Ganoderma lucidum)
Bağışıklık sistemini “düzenlemeyi” bilen nadir bitkilerden biridir. Sakinleştirici etkisiyle birlikte, otoimmün süreçleri baskılamadan, bağışıklığın doğru hedeflere yönelmesine destek olur. Aynı zamanda sinir sistemi üzerindeki yatıştırıcı etkisiyle stres kaynaklı alevlenmelerin önüne geçer.
Zencefil (Zingiber officinale)
Zerdeçalla birlikte sindirim sistemini onaran, inflamasyonu baskılayan ve vücut ısısını dengeleyen bir başka önemli bitkidir. Bağırsak sağlığına katkısıyla “leaky gut” problemini onarmada yardımcıdır.
Üzüm çekirdeği ekstresi
Kılcal damarları, hücre zarlarını ve bağışıklık sistemini oksidatif stresten korur. Antioksidan gücüyle dokuların iyileşmesini hızlandırır. Özellikle lupus, MS gibi sistemik otoimmün hastalıklarda tercih edilir.
Bağırsak Onarıcı Fitoterapötikler
Bağırsak geçirgenliğini kapatmadan otoimmün iyileşme tam olmaz. Bu yüzden bitkisel destekler arasında şunlara sık başvururuz:
-
L-glutamin: Bağırsak duvarının ana yapı taşıdır.
-
Aloe vera ekstresi: Anti-inflamatuar etkili ve mukozayı yatıştırıcıdır.
-
Meyan kökü (deglycyrrhizinated licorice): Kortizol modülasyonu sağlar ve mide-barsak sistemini korur.
-
Slippery elm ve marshmallow kökü: Mukoza üzerinde koruyucu bir bariyer oluşturur.
-
Nane yağı: Spazm çözücü ve florayı dengeleyici etkilidir.
Uygulama Şekli Nasıl Olmalı?
Fitoterapi asla "rastgele bitki içmek" değildir.
Biz kliniğimizde şu şekilde ilerliyoruz:
-
Kişinin otoimmün hastalığının tipi, aktiflik derecesi ve eşlik eden tablolar analiz edilir.
-
Hormon profili, vitamin-mineral düzeyleri, bağırsak florası gibi sistemik veriler göz önünde bulundurulur.
-
Kişiye özel fitoterapi planı hazırlanır.
-
Bitkisel tedaviler, gerekirse IV terapi, ozon tedavisi ve beslenme protokolüyle birlikte entegre şekilde uygulanır.
-
Düzenli kontrollerle hem etkiler hem de olası hassasiyetler izlenir.
Bilimsel Dayanaklar
Modern araştırmalar da fitoterapinin otoimmün hastalıklardaki etkilerini destekliyor.
Örneğin kurkuminin sitokin düzeylerini dengelediği, ashwagandha’nın T hücre modülasyonu sağladığı, Reishi’nin bağışıklık sisteminde immün homeostaz oluşturduğu artık bilimsel yayınlarda yer buluyor.
Bitkiler artık sadece geleneksel değil, kanıta dayalı bir tedavi aracıdır.
IV Terapi (Damardan Vitamin ve Mineral Takviyeleri)
Hücrelerin ihtiyacı olan vitamin ve minerallerin doğrudan kana verilmesiyle, özellikle bağırsakları zayıf olan bireylerde çok daha etkili sonuçlar alabiliyoruz. Otoimmün hastalıklarda sıkça gördüğümüz eksikliklerden bazıları:
-
D vitamini (bağışıklık regülasyonu için hayati),
-
B12 ve folat (sinir sistemi ve hücre onarımı için),
-
C vitamini (güçlü bir antioksidan),
-
Çinko, magnezyum ve selenyum gibi mineraller.
IV terapilerle bu eksiklikleri hızlı ve etkili şekilde telafi ediyoruz.
Ozon Terapi
Ozon, oksijenin üç atomlu formudur ve vücutta detoksifikasyonu destekleyici, bağışıklığı düzenleyici, antiinflamatuar etkileri vardır.
Major ozon uygulamalarıyla bağışıklık sisteminin fazla aktif değil, dengeli çalışmasını sağlıyoruz.
Aynı zamanda kronik enfeksiyonlara karşı da çok etkilidir.
Birçok otoimmün hastalıkta hastalarımızın enerji düzeyinin arttığını, ağrılarının azaldığını ve genel iyilik halinin güçlendiğini görüyoruz.
Ozon, vücuda verildiğinde çok güçlü bir oksidatif uyarıcı olarak görev yapar. Yani hücrelere “uyan” bir sinyal gönderir.
Metabolizmayı, detoks sistemini ve bağışıklık hücrelerini harekete geçirir.
En çok uygulanan yöntem olan major ozon uygulamasında, hastanın bir miktar kanı özel bir sistemle alınır, içine ozon gazı verilir ve yeniden vücuda geri verilir.
Bu işlem sırasında kandaki hücreler ozonla temas eder ve adeta “yeniden programlanır”.
Otoimmün Hastalıklarda Ozon Tedavisi Neden Etkilidir?
Ozon tedavisinin otoimmün hastalıklarda işe yaramasının birkaç temel sebebi vardır:
1. Bağışıklık sistemini düzenler, baskılamaz
Ozon, bağışıklığın fazla çalışan kısımlarını yatıştırırken zayıf kalan bölümleri destekler. T hücrelerini dengeler, sitokin fırtınasını önler. Bu da otoimmün hastalıklarda aşırı saldırganlığı yumuşatır.
2. Enflamasyonu azaltır
Otoimmün hastalıkların temelinde kronik inflamasyon (yangı) vardır. Ozon, antioksidan enzimleri (glutatyon peroksidaz, SOD, katalaz) artırarak bu yangıyı sakinleştirir. Hücre düzeyinde bir temizlik sağlar.
3. Kronik enfeksiyonlara karşı savaşır
Epstein-Barr virüsü, kandida, Lyme gibi kronik enfeksiyonlar otoimmün mekanizmaları tetikleyebilir. Ozon bu mikroorganizmaları baskılayıcı etkisiyle bağışıklığın üzerindeki yükü hafifletir.
4. Hücre oksijenlenmesini artırır
Ozon tedavisi, hücrelere daha fazla oksijen taşınmasını sağlar. Bu da dokuların yenilenmesi, enerji seviyelerinin artması, ağrıların azalması anlamına gelir.
Kliniğimizde Ozon Tedavisini Nasıl Uyguluyoruz?
Her bireyin bağışıklık sistemi farklıdır. Bu yüzden ozon tedavisini de kişiye özel planlıyoruz.
-
Major ozon terapisi: Otoimmün hastalıkların temel tedavi desteği olarak kullanılır. Haftada 1 veya 2 seans şeklinde planlanır.
-
Rektal ozon: Bağırsak florasını desteklemek, lokal inflamasyonu azaltmak ve sistemik etkiler sağlamak amacıyla uygulanır.
-
Ozonlu serum protokolleri: IV vitamin tedavileriyle kombine edilerek etkisi artırılabilir.
Tedavi sürecinde aynı zamanda anti-inflamatuar beslenme, bağırsak onarıcı fitoterapiler, stres yönetimi, IV vitamin ve mineral desteği gibi uygulamaları da entegre ediyoruz. Çünkü ozon tek başına bir mucize değildir; ama doğru sistemin bir parçası olduğunda, bedenin iyileşme ritmini yeniden başlatan güçlü bir destekçidir.
Bilim Ne Diyor?
Ozon tedavisinin bağışıklık sistemi üzerindeki etkileri üzerine yapılmış birçok çalışma var.
Özellikle 2021’de yayımlanan bir derlemede, ozonun T-hücre yanıtlarını modüle ettiği ve kronik inflamasyon düzeyini düşürdüğü ortaya kondu.
Ayrıca bazı Avrupa ülkelerinde, lupus ve multipl skleroz gibi otoimmün hastalıkların destek tedavisinde ozon uzun yıllardır kullanılmakta.
Stres Yönetimi ve Duygusal Destek
Kronik stres, bağışıklık sisteminin dengesini bozan en büyük faktörlerden biridir. Klinik yaklaşımımızda nefes terapisi, meditasyon önerileri, adaptogen bitkiler ve gerekirse psikolojik destek ile hastanın duygusal yükünü de hafifletiyoruz. Çünkü bedenin iyileşmesi, zihin ve ruhla birlikte mümkündür.
Hastalıkla Savaşmak Değil, Bedenle İş Birliği Yapmak
Otoimmün hastalıklarda amaç, bağışıklığı baskılamak değil; onu dengeye getirmektir.
Çünkü bağışıklık sisteminiz düşmanınız değildir.
Sadece yönünü şaşırmıştır.
Ona neyin iyi geldiğini keşfeder ve o zemini oluşturursak, beden büyük bir bilgelikle kendini onarabilir.
İlaçlar elbette gerekebilir, onları reddetmek değil niyetimiz.
Ama sadece ilaçlarla yetinmek, bu derin tablonun sadece üstünü örtmektir.
Bizim yaklaşımımız, o örtüyü nazikçe kaldırmak ve bedenin bize fısıldadığı mesajı duymaktır.